30 Temmuz 2019 Salı

Yağmurdan Kaçan Adam 2019

Mitas E10'ları taktım. Bu lastikleri geçen yıl almış ama asfalt üzerinde bir seyahate çıkacağım için takmamış, eski lastiklerimle, Eylül ayında oldukça yağmurlu bir Avrupa seyahatim olmuştu.Bu yıl artık değiştirdim ama yine asflattan yürümem gerekecekti ve maalesef bu yıl hava çok daha yağışlı görünüyordu.

Hava raporları bir haftadan daha uzun bir süreyi yağışlı, hem de çok yağışlı göstermekteydi. Sofya'dan 25 Temmuz 2019'da çıktım ve ilk konaklama yerim olan Sırbistanö Novi Sad'a kadar yağış yemeden geldim.

 








 


Macaristan'dan aldığım Schengen vizemi, geleceğe yönelik daha dayanaklı kılmak amaçlı, Schengen bölgesine ilk girişimi, ertesi gün Macaristan'dan yaptım. Hem kalabalık sınır trafiğinden uzak durmak hem de yoluma daha uygun olacağını düşündüğümden Bajmok sınır kapısına gittim. Gerçekten nefis ve ıssızdı ama bunun da bir sebebi varmış: O kapıdan sadece EU vatandaşları ve Sırplar geçebiliyormuş. Beni yaklaşık 40 km mesafedeki yine sakin olan Tompa isimli başka bir kapıya yönlendirdiler. Yolda giderken çevreye bakarak fena zaman geçirmedim ama aynı şekilde, Bulgaristan'da oturma iznim olduğunu söylemeyi akıl edemeyişime de hayıflandım. Büyük olasılıkla kabul görürdü ama ben bunu düşünememiş ve zaten vizem olduğu için sadece Türk pasaportumu ve motorun ruhsatını vermiştim. Neyse, fazladan 70 km çok dert değil, yeni yerler gördüm sonuçta.

Macaristan'da büyük Balaton Gölü yanında konaklamayı düşünmüştüm ama hem o günlük mesafem biraz kısa oluyordu hem de bir şekilde iç sesim devam etmemi söylüyordu.Devam edip Slovenya'ya girdim. Maribor üzerinden devam edip Celje'ye vardım. Bir hostele yerleştikten sonra, hostelin hemen bahçesine parkettiğim motorumla güzel bir fotoğraf veren, yine turuncu renkli bir Zastava'nın fotoğrafını çektim ve Instagram'da paylaştım.



Hemen ardından, birşeyler yemek ve çevreyi görmek için dışarı çıktım. Bir restorana oturdum ve son iki gündür bol su, kahve ve iki tane Snickers'ten başka hiçbir şey vermediğim bünyemi beslemek istemiştim ki, telefonuma bir mesaj düştü. Bu, Celje'li olduğunu dahi bilmediğim, geçen yılki Ürdün seyahatinde tanıştığım bir arkadaştı.




Bana Ale biraları tatırmak için bir tur attırdı. Gece hostele bırakmadan evvel kaleye de çıkardı beni. Hem gece yarısıydı, hem de kafalarımız iyiydi. Kale male, hmm... Ne kalesi? Ale ale!



Beraber oturduğumuz arkadaşların önümüzdeki hava konusunda dünyamı karartması, "Triglav klasik rotalar çok kalabalık, daha güzel dağlar var" yorumları ve bol biranın da etkisiyle sabah erken hareket etmedim, hatta epey oyalandım. Yol boyu sallana sallana, sağa sola ağzımı ayırarak zaman harcadım. Hava bazen açıyor, bazen kapıyordu ama yağmadı. Triglav'a saat 16:00 gibi ulaştım.

Bled Gölü






Yukarıdan yeni inmiş, oldukça yorgun görünen bir grupla biraz lafladık.Dağevine 6,5 saatlik bir yol olduğundan ama benim daha hızlı gidebileceğimi düşündüklerinden bahsettiler. Vakit çok dardı, ertesi günden itibaren hava daha da bozacaktı ve eğer 2500 m deki dağevine ulaşabilirsem gece orada kalabilirdim ve zirve+dönüş gayet de güzel olurdu. Evet, gazı almıştım! :p



Hemen dönüp motoru park yerine koydum. Kıyafetlerimi motor çantalarına yerleştirdim. Küçük bir sırt çantasına minik ocak, çorba, noodle, bir polar, su vs tıkıştırıp saat 17:00'ye yaklaşırken, 1040 m. rakımdan koşmaya başladım. İyimserliğe gel :)



Nabzım elverdiğince hızlı gidiyordum. Söylenenin aksine dağ bomboştu. Bu çok iyi işaretlenmiş patikada hiç kimseye rastlamadım. Neden acaba? :)

Ormanın bitimine doğru yaklaşmaktaydım ki, Triglav'ın sağ tarafımdaki sırtlar üzerinden, hızlı time lapse tarzı bulutlar, ürkünç gök gürültüleriyle üzerime doğru koşturmaya başlamıştı. Hemen durdum. Çömezliğimizde, parasız pulsuz öğrencilerken, Aladağlar'da uyguladığımız Polonya stilini yine uygulamaktan başka çarem yoktu. Soyundum. Pantolon ve tişörtümü çantaya koydum, tek ince yağmurluğumu çantaya sardım, onu korumam gerekliydi. Ayakkabılarımı bağladım ve üzerimde sadece bokser donum olduğu halde çantayı sırtlandım ve daha da hafiflemiş olduğum yalanıyla kendimi kandırarak yukarı doğru daha da hızlandım. Yağmurdan sonra giyecek kuru giysilerim olmalıydı! Derken korkunç yağmur beni yakaladı. Gök bütün öfkesiyle üzerime kusuyordu. Akşam onca birayı hangimiz içmiştik arkadaşım ya? Ben mi sen mi?

15 dakika kadar daha maksimum nabızda devam ettim. Başlayalı 1 saat 20 dakika olmuştu ve 1040 metreden 1500 metre üzerine çıkabilmiştim. Daha önümde 1000 metre irtifa ve 6-7 km yol vardı. Yağış çılgın gibiyi. İki seçeneğim vardı: Ya güzel korumalı kıyafetlerle dağevine doğru devam edecektim ya da yağmurdan korunaklı güzel bir yer bulup yağmurun dinmesini bekleyecektim.Şu durumda ikisi de yoktu.

"Böyle bir rotaya zaten Agi ile birlikte gelmeliyim" diyerek dönmeye karar verdim. 80 dakikada çıktığım yeri 100 dakikada zorlukla inebildim.Kendimi herşeye rağmen çok iyi hissediyordum. Nefis bir dağdaki, harika bir ormanın içinde, yağmur altında çıplak yürüyordum. Ancak orada hissedilir sanırım. Vadi tabanına indiğimde yağmurda dinmek üzereydi ama yapacak da birşey yoktu.





Mojstrana'ya döndüm, bulabildiğim bir hostele girdim. Bu gece buradaydım ama daha fazla kalmak çok da anlamlı değildi çünkü önümüzdeki günler daha da kötü bir hava geliyordu. Gelmişken çıkabilmek hoş olurdu ama beklemeye değecek bir rota da değildi. Triglav sonrası kuzey İtalya ve Alpler'de biraz dolaşmayı istemiştim ama bu hava şartarında ve bu dişli lastiklerle o Alplerin virajları da hiç çekici değildi. Eve dönmeye karar verdim.



Ertesi sabah  saat 08:30 gibi bu kez full body yağmurluğumu da giymiş olarak motorun üzerindeydim. 5km sonra çok yoğun bir yağmur başladı. Bütün Slovenya'yı güneye doğru inip Hırvatstan'a ulaşıncaya kadar yağmur iç azalmadı. Kendi telkinimle, kaskın içinde sürekli sırıtıyordum.:) Hırvatistan'da azalan, artan çok da önemli olmayan bir yağmurla geçti. Sırbistan'da önce hava biraz açar gibi oldu ama sonra iyice sapıttı! Yağmur bir ara o kadar yoğundu ki bütün otoban trafiğinin hızı 50 kmh altına inmişti, göz gözü görmüyordu. Bir noktada aşırı yağış ve darbeli rüzgar öyle tokatlar atmaya başladı ki, çok yavaş olmama rağmen neredeyse motoru yere yapıştıracaktı. Hemen durdum, arkama önüme baktım. Bütün araçlar dörtlü flaşörleri yakmış ve durmuşlardı. Çok sevdiğim, hayat kurtarıcı full body ve kaliteli yağmurluğum da artık kifayet etmez olmuş ben de altında tamamen ıslanmıştım. Bu sürüş ve dağı beraber halletmek için aldığım ayakkabılarım boktan ötesi çıkmış ve ayaklarım en başından hep su içinde kalmıştı. Yanımda üç çift eldiven olmasına rağmen bu şartlara dayanamayacaklarını öngördüğümden bir yol kenarı benzin istasyonundan, büyük kalın, tamamen nitril kaplanmış bir iş eldiveni aldım. Muhteşem iş gördü! Onu motordan hiç eksik etmeyeceğim bu tarz sürüşlerde.

"Neden inat ettin? Neden kaçmadın, bir otele sığınmadın?" diyorsunuzdur herhalde.



Çünkü biraz yapımda var. Hedonist değilim. Elimden, bileğimden gelen bütün savaşı vermeden havlu atmak bana uymuyor. Hayata tutunduğumu hissediyorum böylelikle. Gördüğü ilk zorlukta geri adım atmak bana yakışmıyor, yapabileceğinin en iyisini sonuna kadar veren birisiyim. O deli yağmur altında kaskımın içinden histerik kahkahalar atıyordum, keyif de almaya çalışıyordum yani. Elbette ki işi aptallık boyutlarına da getirmiyorum. Sofya'da eve 160 km kalmışken, havanın kararması ve yağışın yine artması üzerine Niş kentinde güzel bir otelde konaklama ödülünü veriyorum kendime.

Ara ara değil, büyük bölümünde yağış altında ve bazı etaplarında gerçekten çok korkunç yağmurda kuzey Slovenya'dan güney Sırbıstan'a, 3 ülke ve 900 km sonra duruyorum. Sıcak bir duş, güzel bir uyku ardından sabah, ıslak kıyafetlerimi tekar giyiyor ve son 160 km de yutup eve varıyorum.

Güneşli bir andan yol kenarı özçekimi

Hiç yorum yok: