19 Aralık 2014 Cuma

Erciyes "Melek Yolu" İlk Çıkış



13 ARALIK 2003 CUMARTESI

Sabah saat 10:00'a dogru dagevine ulastik. Ekibimiz ben, Nuri Palta ve Mehmet Eskitas'tan olusuyordu. Aslinda gunduz tirmanip geceyi buyuk zirve altindaki magarada gecirmek niyetindeydik ama ilerleyen vakit ve arkadaslarimin kendilerini pek iyi hissetmemeleri nedeniyle, karanliga kalip kar kurumekle kasmamak icin 2750 m'deki kulubede gecelemeye ve tirmanis yapmaya karar verdik.
Dagevinden hep birlikte ciktik. Arkadaslarim tur kayaklari ile gelmislerdi. uzun zamandir daga gitmemis olmalari ve agir cantalari nedeniyle kulubeye ulasmalari epey uzun surdu. Ben yaya olarak onden cikip yatacagimiz yeri temizledim. Ufak capli insaat isi yapip, deli gibi ufuren kapi ve deliklerin izolasyonunu hallettim.

14 ARALIK 2003 PAZAR

Gece bir ara hava epey bozdu ama saat 02:00'de uyandigimizda muhtesem dag, inanilmaz bir ayisigi altinda parliyordu. Nuri Abi ve ben saat 03:30 gibi yola ciktik. Mehmet kendini pek iyi hissetmedigi icin kalmaya karar verdi.

Gece yagan taze karin da etkisiyle izlerimiz daha simdiden batmaya baslamisti.
Cobanini'nin biraz ustunde Ankara'li gruba yetistik. Bir sure birlikte iz actiktan sonra, onlar seytan Deresi'ne, biz de benim yuruyus boyunca parlak gecede  izleme sansini yakaladigim rotaya dogru yoneldik. Rota hatti Seytan'in sag tarafinda kaliyor ve yuzeyi zirveye dogru direk baglayan bir hat ciziyor. Rotaya sokuldukca egim ve kar derinligi artiyordu. Nuri Abi biraz yorgun oldugundan butun izi acma isi bana dusmustu ve bu angarya tirmanis boyunca baldir seviyelerinde devam etti.

Rotanin en cok daraldigi yerdeki kayalara ulastigimizda, bu pasaji tirmanmak uzere bir iki deneme yaptim ancak Erciyes'in meshur curuk kayasi ve uzerindeki toz kar nedeniyle cok fazla zorlamadim. Birkac metre asagi inerek, tedirgin bir sekilde son derece yuklu kulvara girdim. Neyseki kulvarin ici oldukca sertti ve kendimizi cig tehlikesinden uzaga cabuk cekebildik.
Buradan sonra rotayi sol ust tarafta yukselen sirt sistemine bagladik. Bu keskin
sirtlar, ruzgarin kusursuz maharetiyle zirve yakinlarina kadar bir sanat eseri gibi
devam etti. Kucuk zirvenin yakinlarinda Seytan Deresi'nin uzantilarina baglandik ve bezdirici iz acma isiyle zirveye ulastik.

Inisi olabildigince izlerimizden yaptik. Sirtin altlarina kadar inince cok yuklu ve
tehlikeli Seytan Deresi'ne inmek yerine bizim rotanin solunda kalan kulvarlara dogru yoneldim ve kayalik etaplara yakin kalarak inisi tamamladik.

Rota son derece zevkli ve suratli ama yazin fazlaca tas, kisin ise cig riski tasiyor. Bogaz seklindeki yapisi kar yigilmasini kolaylastiriyor ve cevrede cok fazla miktarda bulunan curuk kaya obegi surekli tas dokuyor. Rotaya benim oldum olasi isinamadigim Seytan Deresi'ne nazire olsun diye MELEK YOLU adini verdik. Suratli ve direk bir hat. En iyi zamanlari sanirim bahar sonu olacaktir. Sertlesmis kar uzerinde son derece keyifli, suratli, direkt bir rota.

Küçük Demirkazık Kuzey Duvarı, 2000



Küçük Demirkazık Kuzey Duvarı


Eylül 2000


         2000 yazı benim için dağcılık açısından pek parlak geçmemişti. Anadolu Üniversitesi’nden yeni mezun olmuştum ve daha ne olduğunu anlayamadan kendimi iş hayatının karmaşası içinde bulmuştum.
        
         Yaz sonu geldiğinde nihayet kendimizi Aladağlar’a atabilmiştik. Gerçekleşmesi muhtemel pek çok planla gelmiştik yine Niğde’ye. Ama çok da umursamıyorduk aslında. Dağdaydık ya işte, bu yetiyordu. Ama tuhaf duygular içindeydim. İş hayatının, hele benimki gibi bir işin insanları dağlardan nasıl da koparabildiğini üzülerek görüyordum. Çiçek çocuk muhabbetlerine de çok fazla girecek durumda değildim. Bu işe ihtiyacım vardı ve bulmuşken bunamamalıydım. “Hem nasılsa İstanbul’da bol bol Ballıkayalar’a giderim” diye de bir züğürt tesellisi tutturmuştum.

            Üç-dört gündür Cimbar’da eğleniyorduk. Tayfayla gündüzleri tırmanıyor, Red Hot dinliyor, akşamları bol geyikli, uzun soluklu yemekler yiyorduk. İşin dağcılık kısmı bir yana yıllardır adet haline gelmiş bir alternatif tatil gibiydi bizimkisi. Hem bu olay iyi kötü form tutmamıza ve hava yakalamamıza da imkan sağlıyordu. Adetimizden bahsediyorsak devamı da gelmeliydi. Yani gidip, bir de duvar tırmanmalıydık üstüne. Çoğul konuşuyorum ama arkadaşımın tırmanış tecrübesi yoktu. Bir şekilde yine yalnızdım işte ve planımı buna göre yapmalıydım.

         Beşparmak?.. Çok çürük diyorlar. Yalnızken gerek yok. Direktaş?.. Uzak kaçar şimdi, vaktimiz yok zaten. Büyük Demirkazık Kuzey?.. Oha, o kadar da değil... Antrenmansız, formsuz falan...

         Eee, n’apıcaz?.... Olur mu ki?.. Henüz hiç tırmanılmamış! Olm niye olmasın, kasarsa sallanır ineriz anasını satıyım!

         Sıcak bir sabahta Arpalık’a doğru iyi bir tempoyla yükselmeye başladık. Küçük Demirkazık Kuzey Duvarı. Daha önce Tunç Fındık ve bir arkadaşının bir kez denediğini biliyorum. Pek fazla bilgim yok. Ancak Küçük Demirkazık her rotasıyla çok sevdiğim ve Aladağlar’da yıllar evvel tırmanığım ilk zirve oluşuyla bende çok önemli bir yere sahiptir. Bu düşüncelerle Arpalık’tan Teke Pınarı’na doğru ilerlerken Arpaık’taki çeşmeye bir traktörün yanaştığını görüyoruz. İki tırmanıcı var, el sallıyoruz.

          Biz Teke Pınarı’na kampı kurduktan yarım saat sonra Tunç Fındık ve Kürşat Avcı çıkagelmez mi! “Allah” dedim, “Şansa bak”. Yarım saat kadar muhabbet çevirdik. BDK Kuzey Duvarı için gelmişler. Bize niyetimizi sordular, klasikten Küçük dedim.

         Hala tereddütlerim var galiba. Rotayı şöyle bir güzel kestirmeden önce boşboğazlık yapmak ve komik duruma düşmek istemem. Önce gözüm kesmeli, sonra beta toplamalıyım. Bu arada, "Beta" kalktı kendi işine gitti tabii...

         Öğleden sonra rotayı gören karşı yamaçta yükselip, hat kesmeye çalıştım. Genelde çok zor görünmüyor ama çıkarmaya çalıştığım muhtemel rotalarda hep birkaç sıkı kilit var sanki. Bunu ancak orada göreceğim, sabah ola hayrola.

         Gece tepemizde bir canavar çadırı parçalamaya çalışıyor sandım. Bunu duyan da bizi 7500 m.’de filan sanacak ama gerçekten Aladağlar’da böyle bir rüzgarı kışın bile nadiren gördüm. Sert rüzgar altında çadırı iyice gerdim. Çadır sürekli bir paraşütün ilk açılışta çıkardığı gibi sesler çıkartıyor, çubuklar çatırdıyordu.

         Sabah çok erken kalkmadık. Hava temiz her şey güzel. Laf olsun diye bir kahvaltıdan sonra yüzeyin altına geldik. 42 m., 10.5 mm ip, 9 express, 6 stopper, 5 hex, 6 sikke. Ohoo, daha çekiç de var. Yağmurluğu bırak, ilkyardımı bırak.. Biraz flaster, 1,5 lt. portakal suyu, 3 bar çikolata. Hadi bakalım!

         Yüzeyin tam orta altındaki çanağı dışarı açan kapı/boğaz benzeri aralığa doğru yürüyerek yükseliyorum. Burayı geçince gerçekten büyük bir çanağın içinde buluyorum kendimi. Tam karşısı balkon ve emniyetsiz. Sağ tarafından serbest tırmanıyorum. Bir, iki step IV gibi. Sonra yine sağdan sola diagonal IV+. Buralarda rota insanı alıp yükseltiyor zaten. Artık ipi açma zamanı geldi. Suyun griye boyadığı, kuru yüzeylerden ucube zig-zaglar çizmek zorunda kalarak yükseliyorum. V falan herhalde. Bu ip boyunun sonunda, önce biraz dik yükselen sonra sonra sola diagonal çıkan bir hat yakalıyorum. Tırmandığım çatlağın üst kısmını oluşturan kütle, şişman bir devin kemerinde tırmanıyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Bu göbek sizi sürekli aşağı itmeye çalışıyor sanki. Bu kısım beni biraz hırpaladı. Yukarıdaki istasyon için müsait bir yer bulamadım. İstasyon çok dandik oldu. Sola yaptığım diagonal tırmanış o kadar değil de,  malzemeleri toplamak oldukça kasıcı ve zor oldu. Hat dik yükselirken pek problem olmaz, zaten iptesinizdir ve rahat hareket edersiniz. Ama böyle yatay ve zor bir hatta çalışmak, tırmanmaktan daha sıkıntılı oluyor. Pandül yememek için kendinizi ipe bırakamıyorsunuz çünkü. Ara emniyetlerin arası çok açık, pandül büyük. Hala botlarla tırmanıyorum, V+.

         Şimdi bu şişkonun göbeğini geçmeliyim. Tutamaklar fena değil gibi ama göbek büyük. Cevize tırmanan karınca misali bir oran düşünülebilir. İlk denemem sonuç vermedi, ters bir hareket var burada. İkinci denemeden önce küçük bir hamle yapıp, kol mesafeme bir hexo oturttum. Biraz düşündüm ve problemi kendimce çözmeye çalıştım. Burayı aşarsam çok kısa bir süre sonra zirve sırtına ulaşırım. Botlarım hala gayet rahat tutuyor. Dar ve ince kaya ayakkabılarını giymek istemiyorum nedense.

         Hareketi yapıp, hamleyi gerçekleştiriyorum ancak yukarı uzandığımda sağ elim sadece kayanın üzerindeki yumruları hissediyor. Çizgi film karakterlerinin uçurumdan düşmeden önceki aptal surat ifadeleri var yüzümde. Bu arada bu bölümün aynı zorlukta (VI), belki daha da fazla devam ettiğini görüyorum. Sonra dengem bozuluyor, ayaklarım boşlukta sol kolumda bir an sallanıyorum. Canım hexoya yapışıp güçlükle istasyona iniyorum. Kalbim gözlerimde atıyor sanki. Böyle sakat bir yerdeki düşüş hiç de hoş olmazdı.

         Korkarım burayı solo ve bu emniyet imkanlarıyla geçmem şu aşamada olanaksız. Ama inanıyorum ki iyi form tutmuş ve tecrübeli bir ekip burayı geçer ve zirve sırtına ulaşır. Tecrübeli diyorum çünkü, bu bölümdeki emniyet noktaları gerçekten tecrübe isteyen nitelikte. Daha sol yukarıyı da kontrol ediyorum ama durum aynı.

         Bir üniversal sikke bırakarak 20 m. kadar iniyor ve daha önce görmüş olduğum bir babayı saran beyaz perlonun daha yukarısına ilerliyorum. Burası da negatiflerle kilitlenmiş durumda, üstelik kaya da çamurlu.

         Perlona doğru tırmanarak iniyorum ve oradan yukarı devam. Bu nokta için bile daha sonra aşağıdan baktığımda oldukça solda olduğumu farkettim. Buradan sonra, konik bir yapının çevresinden sol yukarı tırmanıyorum. Rota son derece açık. Bu konik kütlenin yüzeye birleştiği çatlaktan 70 m. kadar V+ devam ediyorum. Çatlak sona erdiğinde tek alternatifim sağa yan geçiş. İki metre sağa geçip yukarı baktığımda aptallaşıyorum. Özellikle şu son etapta çok umutlanmıştım. Ancak şu anda zirveye veya zirve sırtına 25 m. kalmış durumda ama kaya perde gibi, neredeyse pürüzsüz. Derece bile veremiyorum. Bu kısım boltlu bir spor rota dahi olsa geçebileceğimden emin değilim.

         Burada oturabileceğim kadar bir yer bulup ilişiyorum.  Yazık ne kadar da yaklaşmıştım. Tırmanmaya başladığımdan beri ancak şimdi oturup çevreme bakma imkanı buldum. 6,5 saat olmuş. Her yer ne kadar da sessiz. Malzemenin şangırtısı da yok, nefesimin tısırtısı da. Şehirdeyken hepimizin dile getirdiği bazı şeylerin gerçek anlam ve değerleri burada bir kez daha canlanıveriyor benim için. Aslında işin özünde tırmanmaktan ne kadar zevk aldığımı hissediyorum bir kez daha. Zirveyle sonuçlansın ya da sonuçlanmasın şu son 6,5 saatin ne kadar keyifli geçtiğini farkediyorum. Rotaya kesinlikle amaçsız girmemeli ve belirlenen amaç için sonuna kadar mücadele etmeli. Ama  sonuçta keyif ve haz veren şey zirvede dikilip durmak değil, tırmanışın ta kendisi olmalı.

         Başka bir hat deneyecek durumum yok şu an. Sallanıp ineceğim.

         Tunç’un bıraktığını sandığım bir titanyum sikkeye geliyorum. Mor bir perlon var üzerinde. Biraz gevşemiş gibi, güvenemiyorum. Çıkarayım bari diyorum ama iyice gevşettiğim halde çıkmıyor. Başka bir şey çakıp iniyorum. İndiğim yerde bir kum saati var. Perlonu değiştirip kayıyorum. Bir kum saati daha. 6-7 m.lik siyah bir yardımcı ipin ucunda, üzerinde kırmızı bir bant olan, Kong-Bonaiti free karabin buluyorum burada. Bunları alıp yerine bir parça perlon bırakarak inişe devam ediyorum. Bir süre sonra hafif yorgun ama mutlu bir halde çadıra ulaşıyorum.

         Ben bir daha bu şekilde imkan bulabilir miyim bilmiyorum ama inanıyorum ki üzerinde onlarca muhtemel hat olan bu sağlam yüzey tırmanışa son derece elverişli ve bitirilebilir. Ben bir şekilde rotayı bitirmeyi başaramadım ancak iyi incelenirse bu yüzey çıkılabilir. (Belki de geçen sürede birileri tırmandı, onu da bilemiyorum doğrusu). Hatta benim geçemediğim kimi kilitler geçilerek bitirilebilir. Erken mevsimde pek çok duvardaki gibi burada da ıslaklık problemi yaşanabilir. Hatta  Eylül ayında inceden akan sular ve çamurlu yüzeyler gördüğüm düşünülürse, erken mevsimde tırmanıcılar burada boğulabilir bile. Yüzeyin en sağında oldukça büyük ve sola yatık bir dihedral (büyük, açık çatlak) tadında bir hat var ama bana kuzey duvarına aitmiş gibi gelmedi.


(Hadak Dergisi 4. sayı)

İTOTURUMU YAZ lardan biri

ITOTURUMU


Haziran '98 Ortalari

  

  Son bes gundur Cimbar'daydik. KTUDAKS'in yaklasik on uyesine kaya egitimi verirken biz de calismak ve kondusyonumuzu yukari cekme firsati bulmustuk. Yildirim'da ben de fiziksel ve psikolojik acidan cok iyi durumdaydik ama sert bir duvar icin yeterli vaktimiz yoktu. Bu nedenle gunlerdir her sabah uyandigimizda, karsimizda gormekten keyif aldigimiz Itoturumu Kule'ye "bodoslama" bir rotadan tirmanmaya karar verdik. Kamp falan da tasimamiza gerek yoktu, "sabah cikip ogleden sonra doneriz" diye dusunduk.

 Sabahin korunde kalkip cantalari hazirliyor ve herkes uyurken yollara dusuyoruz. Gunes Buyuk Demirkazik'in arkasinda yukselirken biz kuculen golgenin icine dogru kosuyoruz ve nihayet rotanin baslangicina ulasiyoruz.

 Birseyler atistirip malzemeyi kusaniyoruz. Ben onde Yildirim arkada keyifle yukseliyoruz. Cok buyuk bir bolumu ip acmadan katediyoruz. Yuzeyin ortasindaki genis bolumden girmistik, simdi sirttayiz ve yaklasik 20 m.lik bir ip inisi yapmak zorunda kaliyoruz. Sansimiza burada da ip takiliyor ve Yildo tirmanip tekrar iniyor. Sonra birazcik daha free gidiyoruz. Cok keyifli bir bacayi tirmanip istasyon kuruyoruz. Lead'e basliyorum. Bir stopper atip koseyi donuyorum. Artik Yildirim'la birbirimizi goremiyoruz. Onumde yaklasik 35 cm. genisliginde ve yukseldikce negatiflesen bir catlak var. Catlagin icine oturmus bir tastan perlon geciriyorum. Gayet saglam bir ara emniyet noktasi oluyor. Yaklasik yedi metre sonra bir friend yerlestiriyorum ama catlagin yapisi ve takozun boyu nedeniyle son derece guvensiz oluyor. Buyuk boy hic takozumuz yok ve ara emniyet noktasi olusturmak imkansiz. Bir kolum ve bacagim catlagin icindeyken guvendeyim ama bu catlagi tirmanmam olanaksiz. Cunku catlak tepede cok sert bir negatif yapiyor. Tek care var, o da sola gecip temiz, saglam yuzeyden emniyet atmadan cikmak.
 Sola gecip yuzeyin uzerine cikiyorum. Tutamak ve basamaklar gercekten mikro olcekte. Bir yandan tirmaniyor bir yandan dua edip Allah'a yalvariyorum. Zorluk derecesi VI+ civari ve eger koparsam dosdogru asagidaki kayalarin uzerine dusecegim. Asagidaki kayalarin yaklasik 20 m. uzerindeyim ve beni tutabilecek hicbir ara emniyet noktam yok.
 Bu pasaj sonunda biraz rahatliyorum ve buldugum ilk yere bir sikke atiyorum. Bu da tutmadi, zira Yildirim gelirken bu sikkeyi eliyle sokmus. Yukari ulasip istasyonu kuruyorum. Toplam 45 dakika harcamisim. Yildirim yanima geldiginde kuyrugunu bacaklarinin arasina kistirmis durumdaydi ve sadece "Takdir ettim ortaaam!" dedi. Orada biraz soguyup kendimize gelmeye calistik. Bodoslama falan derken cok kastirici bir yeri free gecmistim. Gercekten kastiriciydi.
 II, III derece uzerinden zirveye yuruduk. Birseyler atistirdik. geyik, fotograf ve kara bulutlar. Tabanlari yaglamaliyiz. Guney yuzunden iki ip boyu inis yapiyoruz. Son bolumu ben ipsiz iniyorum, Yildirim iple iniyor ve ipi tolamaya basladigimiz sirada yagmur basliyor. Bir carsak baslangicindayiz ve sonrasinin boyle devam edecegini saniyoruz ama yanilmisiz. Bes ip inisi daha yapiyoruz. Nereden indigimizi hala anlayabilmis degilim. Yagmurlugumuz bile yok. Bulutlar uzerimize cilginca kusuyorlar. Siklikla dusen yildirimlar her tarafi bir an icin pembeye boyuyor. Demirkazik mosmor gorunuyor, findik buyuklugundeki dolular yuzunden kaskimizi yururken bile cikarmiyoruz. Dag evine 15 dakika kala yagmur diniyor, sert ruzgar ve zayif gunes bizi kurutuyor. 16:00 gibi dagevine variyoruz. Nurhan gelmis, Ibo'lar bize bakmaya cikmislar. Bir saat sonra da onlar geldiler.

Parmakkaya Yaz

PARMAKKAYA GUNEY

13 EYLUL 1998
Pazar


 Saat 02:30. Gece boyu belime batan kaya yuzunden nihayet uyaniyorum. Tulumu tekmeleyerek icinden cikip, kendimi cadirdan disari atiyorum. Terliyim, halsizim ve Aksampinari'nin gece boyu esen serin ruzgari beni cadira kovaliyor. Agir bir grip geciriyorum, hicbir hazirlik donemi gecirmedim ve simdi buradayim. "Acaba yapabilecek miyim?" diye kendime soruyorum. Icimdeki ses herzaman yapabilecegimi soylerdi. Umarim bu sefer de oyle olur. Bu dusuncelerle bir saatten fazla geciyor ve ben tekrar kendimi uykuya teslim ediyorum.

 Sabah 05:00'te kalkmayi planlamistik. Isi Yildirim'a birakinca saat 05:30

oluyor tabii. Iyi hissediyorum, keyifle kalkip cadirlari tekmeleyerek uyandiriyorum herkesi. Sonra tekrar tulumun sicakligina birakiyorum kendimi miskince. Tekrar uyandigimda sular kaynatilmis, kahvalti hazir. 
 Toparlanip yola cikiyoruz. Yildirim, Ibo, Nurhan, Ali ve Hilmi. Ali ve Hilmi

malzemenin tamamini tasiyorlar. Biz ise sadece elimizde batonlarla sabahin en yumusak isiklarinin yalamaya basladigi kuleye dogru kosuyoruz.  Ali, Hilmi ve Nurhan gelene dek rotayi incelemek ve usumek icin epey zaman buluyoruz. Onlar gelir gelmez de hazirlaniyoruz. Haydi rastgele. 09:00.

 Ibo basliyor. Ilk istasyon olan kucuk kovuga tirmanirken biraz stresli oldugunu hissediyoruz. Bu onun boyle bir rotada ilk lider gidisi ancak performansiyla ekibi yukariya tasiyacagini daha sonra gorecegiz. Ibo beni yukari almaya hazirlanirken Yildirim'la, Ibo'yu yatistirmayi ve yureklendirmeyi kararlastiriyoruz. Cunku ilk ip boyunu gecmesi cok uzun surdu. Bizim aramizda kayada genellikle ben lider gittigim icin bu istasyondan sonra lead'e baslayip meshur VI+'lik bolume kadar olan 75 m.'yi cok hizli (!?..) bir sekilde tirmanmak uzere zeminden ayriliyorum. Burada bizi tirmanis boyu yavaslatacak bir problemle karsilasiyoruz. Ikiz ip getirdik ve liderin asagidaki iki kisiyi ayri iplerle almasini planlamistik. Ancak ilerlemek cok zor oluyor. Rota saga dogru kayiyor ve iplerin birbiri uzerine burulmasini onlemek neredeyse imkansiz. Ara emniyetlerden gecmek falan cok sorun oluyor.

 Ilk istasyona bu probleme ragmen suratli tirmaniyorum ve kendimi baska

alternatif olmadigindan, yanlis cakilmis, yamuk yumuk duran yumusak lama sikkeden emniyete alip rahatca kemere oturuyorum. Cok kotu burnum akiyo.
 Yildirim bu ilk 25 m.'deki birkac malzemeyi toplayip gelir gelmez lead'e
basliyorum. Once saga dogru 10 m. V+'lik bir yan gecis, sonra V'lik bir catlak.
Bunlari dengeyle hallediyorum. Ama catlagin son kismindan sag yukariya dogru iki metre daha gecemiyorum. Kayadan uzak gecirdigim bu son birkac ay beni tam anlamiyla dagitmis. Zaten spor tirmanici falan degiliz de, bir de ustune su grip mahvetti beni. Beynimde bir problem var. Vucudumu goruyor ve "Yapma!" diyor sanki. Iki metre daha hamle yapamiyorum. Kendimle, beynimle, kayayla cebelleserek burada fazla comertce vakit harciyorum. Ibo ve Yildo'da ne oldugunu bir turlu anlamiyor ama sessizce bekliyorlar.
 Burnumdaki sumukleri cekerek tutamiyorum artik. Agzima kadar akmalarina izin veriyorum. Gripten gozlerim yasariyor, kol ve bacaklarim titriyor. Salak salak, kedi gibi yapismis vaziyette kayada beklerken donmem gerektigine karar veriyorum. Bu kucuk kirectasi kule beni bekler.
 Ipi sabitleyip indigimde, Ibo hazirlanmisti ve yuzunde kararli bir ifade
vardi. Yildo ise cok formdaydi ve aynali gozluklerinin altindan pis pis siritiyordu. Tirmanmak icin beni kandirabilecegini biliyordu. Ona kanmam cok kolaydi. Cunku daha once dalmis, trans halinde tirmanirken, belimden sarilip beni asagi indirdigi cok zaman olmustu ve hep hakliydi. 
 - Ben gidiyom olm, siz devam edin.
 - Nereye len?
 - Xerim ya! Boyle tirmanis mi olur? Debelenip duruyorum, sonra gelirim ben.
 - Valla olm ben seni iyi bilirim. Cok istiyosan in ama biliyorum ki  sen rahatça gelebilirsin.
- .....

 Ayni aptal sikkeye sabitlenip, kendimi yercekimine biraktim. Asagida uc kisi yatmis, bos gozlerle gulup, sarkilar soyluyorlardi. Gunes sicacikti ve icimdeki hayvan hala beni yukariya guduluyordu. Arkadaslarim bu kadar antrenmanli ve
formdayken sanirim her sartta peslerine takilip gidebilirdim.



 Boylece burada piknikvari, uzun bir zaman gecirdik. Gunun ilerleyen

saatlerinde cok arayacagimiz bu degerli dakikalarin sonunda Ibo lead'i devraldi. Gecemedigim yere sacma bi sikke atip suratle gecti. Catlagin kalanini tirmanip, duvardaki goz resminin biraz ustundeki hazir sikkelere istasyon kurdu. Bu 30 metreyi Yildirim ortada gecti, ben malzemeyi topladim. En azindan artcilik yapabilirdim cunku Yildirim'i kilit bolum olan son ip boyuna sakliyorduk.

 Buradaki aski istasyondan sonra yine Ibo devam ediyor. VI ve IV derecelik

bolumleri basariyla gecip, omuza ulasiyor. Burada baba emniyetli bir istasyon var. Once Yildirim sonra ben sete ulasiyoruz. Getirdigimiz alti yedi cikolatadan ucunu yiyip, portakal suyu iciyoruz. Vakit hayli ilerledi. Avci Beli'nin arkasindaki kara bulutlar son uc saattir oradalar ve umarim orada kalmaya da devam ederler. Dun fena yagmur yagdi ve bugun de yagarsa hic iyi olmaz cunku istasyonda beklerken bile soguk ve ruzgar dudaklarimizi morartmaya yetiyor zaten.
 Yildirim malzemeyi kusanip kilit bolume kadar gidiyor. Arkasindan Ibo ve
fazla malzemeyi ve tek cantamizi birakarak ben. Simdi yaklasik 85. metredeyiz ve zirveye cok yakiniz. Bu IV+'lik 5 metreyi Yildirim dusmeden gececek ve zirveye ulasacagiz.
 Yildirim'in emniyetini yine ben aliyorum. Ibo 1 metre altimda. Vakit hayli
ilerledi ve ruzgar cok soguk esiyor. Yildo ilk birkac hamlesini bir balet edasiyla
yapiyor. Balkonun altinda ve bu en zor yerdeki sikkeye tirnaklarinin ucunda ulasip expresi takiyor. Sonra bir stoper ve gozden kayboluyor. Artik onu goremiyoruz ama oflayip puflamalarini duyuyoruz. Ara sira asagidakilere sesleniyor. "Fotograf cekin ha!" Kah "Ip ver!" kah "Siki al oturacagim!" diye diye bir saatten fazla geciyor ve nihayet yukariya istasyonu kuruyor. Saat 18:00'i gecmis durumda ve biz karanliga kalmayi ellerimizle garantiledik. Fener mener hak getire tabii.. Simdi benim tirmanmam gerekiyor ancak boylesine ters biryerde, bu halimle, birbirine burulmus ikiz ipte maymunluk yapamayacagimi biliyorum. Bu pozisyonda lider ya da artci kadar bile hareket imkanina sahip degilim. Dusunerek ya da tirmanmaya ugrasarak daha fazla vakit harcamak istemiyor ve kurtarma vs. n'olur n'olmaz diye yanimizda getirdigimiz iki jumara sariliyorum. Su anda buyuk balkonun tam uzerindeyim ve kendimi taktigim ilk jumar olan gogus jumarina biraktigimda ip esniyor ve ben balkonun altina kadar sarkiyorum. Altimda 100 m.lik bir bosluki gunbatimi, serin ruzgar ve ben ip eksen olmak uzere yavas yavas donuyorum. Vaktim olsa bu halde saatlerce oturmak isterdim ama vakit yok ve ikinci jumari takana kadar gecen zamanin tadini cikariyorum. Daha sonra kosarcasina Yildo'nun yanina cikiyorum. Ben ipten cikar cikmaz Ibo tirmanmaya basliyor. Zaman cok dar ve ben deftere ulasmak icin II derecelik son 10 metreyi free tirmaniyorum. Tepedeki bir plastik kutunun icindeki notlara ulastigimda guluyorum. Bu trimanisin en sorunlu adamiydim ve asil yuku arkadaslarim cektiler ama zirveye ilk ben ulastim. Ironik.. Baktim hala asagida cebellesiyolar. Kucuk bir kagida isimlerimizi yazdim. Bu arada Ibo ve Yildo'da geldi ve imzalayip biraktik. Herhangi
bir kutlama yapacak zaman yoktu. Hava kararmak uzereydi ve fenerimizin bile olmayisi hepimizi geriyordu. Istasyona kadar downclimb indik.

 Burada once Yildirim, ardindan Ibo iniyor. Ben inerken artik hava tamamen
kararmis durumda. Omuza ulastigimda ipi cekiyoruz. Ip buyuk bir hiriltiyla asagi kayiyor ama bir kismi omzun diger tarafina sikisiyor. Kor karanlikta birkac metre tirmanip ipi kurtariyorum.
 Yine onden Yildo sallaniyor. Inis istasyonlarini bulmak bu karanlikta imkansiz. Cang, cung cekic sesleri.. Yildirim buldugu bir sikkenin yanina bir tane daha cakiyor ve Ibo iniyor.Ardindan ben inerken Ibo "Nuri, Yildirim'in yanina gec"
diyor. "Olm Yildirim nerde? Goremiyorum ki.." dedigimde asagida Ali ve Hilmi epey guluyorlar. Hakkaten gulunecek haldeyiz. 120 m.lik bu kule -elimize saglik!?- bizi karanliga birakti. Artik topraga 20 metre var. Ibo kayip iniyor, sonra da Yildirim. Bense uc bes dakika perlonlarla ugrasiyor, sokemeyince birakip iniyorum. 20:25.
 Ben ipleri toplarken arkadaslarim cantalari dolduruyorlar. Yarim saat
botlarimizi aramak zorunda kalinca sevgili alt ekibimizi sefkatle aniyoruz. Aksampinari'nda cadira girdigimizde saatler 22:00'yi gosteriyordu ve biz susuzluktan resmen kurumustuk. Kana kana su icip, Nurhan'in hazirladigi ama sogumus olan makarnayi yiyoruz. Biraz geyik cevirmek istiyorum ama herkes sizip kaliyor.
 Ve sabah...Herkesten once kalkip mutluluk dansi yapiyoruz herzamanki gibi.
Yildirim, ben ve hala durmayan sumuklerim...
 Gelelim anafikrimize:

 Bu yazi aslinda bir ozelestiridir. Yaptigim bir buyuk yanlisi, nacizane ogut
amacli gozler onune  serisimdir. Antrenmansiz, formsuz ve ustelik hasta bir sekilde Parmakkaya gibi bir rotaya umarsizca girmek dagcilik adina buyuk bir hatadir. Tirmanmayi cok sevmem ve bu tirmanisi cok uzun suredir istiyor olmam bu hatayi hicbir sekilde hakli kilamaz. Tirmanisi problemsiz bitirebilmem, onceki tecrubelerimin, cok formda olan arkadaslarimin ve en onemlisi sansimin sonucudur.
 Dagda birseyler yapmayi planlarken sadece hazirliklarimizi gozden gecirmekle
kalmamali, ayni zamanda kemiklesmis dagcilik kurallarini da hatirda tutmaliyiz.

KELEPİR BEŞBİNLİK, GİTMEYENİ DÖVÜYORLAR!







1999 yilinda bir dergiye yazdığım yazı.



KELEPİR BEŞBİNLİK, GİTMEYENİ DÖVÜYORLAR!

DEMAVEND


            Tabiki kimse gitmek, tırmanmak zorunda değil ama...

            Eğer “Ben dağcılıkla uğraşıyorum, yüksek irtifaya ilgim var, yeni bir ülke de görmek isterim” diyorsanız işte Demavend bütün haşmetiyle orada!

            Günümüz şartlarında Orta Anadolu civarından ya da daha batısından kalkıp Ağrı tırmanışı için Doğubeyazıt’a kadar gelip, dönecek parayı toplama başarısını gösterebilmişseniz eğer, gümrükteki 50 USD’lik haracı da hallettikten sonra (ki faaliyetin maliyetini düşünürseniz gerçekten büyük para) sınırı geçip, bir otobüsle Tahran’a kadar ulaşabilirsiniz.

            Yıllar boyu beş bin metre ve üstü bizim jenerasyonumuz için hep bir fenomen ve merak unsuru olarak kalmıştı. Güzelim Ağrı Dağı’na tırmanışın serbestçe yapıldığı dönemlerde bizler ya misket oynuyor ya da en fazla izcilik yapıyorduk.

            Sonra Anadolu’da yıllarca tırmandık. Rotaları tekrar ettik, yenilerini açtık, denedik, gittik, geldik. Ağrı’yı göremedik bile bu arada. Sonunda merakımız ağır bastı her zamanki  gibi ve içimizden birileri toplanıp düştü yollara. Sonra başkaları ve diğerleri. Hep daha da kolaylaştı ve ucuzladı gitmek. Tabii çok insan gitti bu arada. Bu işe gönül verenler, kendini adayanlar, merak edenler, macera arayanlar, etiket olsun diye gidenler ve yalancılar olarak gruplayabiliriz bu insanları.

“Ben keşfetmek istiyorum” diyene sözümüz yok ama isteyene her türlü bilgi var artık ortamda. Nasıl gidilir, kaça mal olur, nelere dikkat etmek gerekir, nerede kalınır, gerekirse kimlerle temas edilir, İran’daki diğer tırmanış alternatifleri (ooof, of) nelerdir gibi her türlü soruya cevabı artık Türkçe olarak, rahatlıkla ulaşabileceğiniz insanlardan almanız mümkün.

Ben, 1999 kışında tırmandığımız klasik rota için konuşacağım.

NE ZAMAN?

Demavend’in klasik rotası yazın yüzlerce hatta binlerce insanı ağırlıyor. Kışın ise aksine oldukça tenha. 5671 m.’lik bir dağ, her ne kadar Ağrı’dan biraz daha güneyde kalsa da inanın bana kışın fazlasıyla soğuk bir dağ ve uygun havayı yakalamak çok önemli. Beş Bin Kış karakteristiklerini elinden geldiğince sergiliyor Demavend. Mevsiminizi iyi seçin.

ULAŞIM VE MALİYET?

Bu iş için  çeşitli ağızlardan çeşitli maliyetler duyabilirsiniz. Ankara civarı bir noktadan çıkıp karayoluyla gittiğinizde “Çok Sefil Tarife” çıkış harcı da dahil 150 USD’ye halledilebilir. Tahran’da iki üç kalıp, birkaç parça ufak tefek hediye alırsanız, üstüne bir de ara sıra araba kiralarsanız 200-250 USD’ye rahat bir faaliyet yapabilirsiniz. “Alles Inklusiv” hesabı.

Doğubeyazıt Gürbulak Sınır Kapısı’nı geçtikten sonra Bazergan isimli sınır ticareti üzerine kurulmuş yerleşim birimine gitmek üzere dolmuşvari arabalara binilir. Doğubeyazıt’ta para bozdurmanıza gerek yok, bu araçlarda TL geçiyor. 100-150 bin lira işinizi görür.

Bazergan’da telefon, faks, fotokopi vs. her şeyi bulabilir, para bozdurabilirsiniz. Buradan tutacağınız bir araba ile Maku (Makol) isimli kasabaya geçebilirsiniz. Bazergan’da size Tahran’a kadar araba kiralamayı teklif edebilirler ve siz mali şokun etkisiyle pek anlayamadan kabul edebilirsiniz. Eğer böyle bir niyetiniz varsa bile teklifin altı hatta yedide birinden pazarlığa başlayın.

Maku’dan Tahran’a otobüsler var. Biz o zaman kazıksız tarifeden 1350 Tümen(İran Riyali) ödemiştik ve 650 bin TL’ye karşılık geliyordu. Oniki, onüç saatlik yol için iyi fiyat sanırım.

Tahran’a ulaşınca Demavand’e gitmek için çeşitli alternatifler var. Araba kiralayabilirsiniz, ya da Tahran’ın çeşitli bölgelerindeki terminallerden kalkan otobüslerle gidebilirsiniz. Bütün otobüsler sizi Polomun yol ayrımında bırakacaktır. Buradan yukarı, Rene Köyü’ne giden ucube dolmuşlara binebilir(en ucuzu) ya da yine araç tutabilirsiniz.

Rene Köyü’nde İran Dağcılık Federasyonu’nun bir binası var. Konaklamaya duruma göre ücretli ya da ücretsiz -abiye bağlı olarak- müsait. Aracı da yine aynı abiye bağlı olarak kazıklı ya da kazıksız kiralayabilirsiniz.

TEKNİK?

Klasik rota çok basit haliyle sadece bir zirve yürüyüşü. Bizimki de bir kış tırmanışıydı ve biz kazma ya da krampon kullanmadık. Tabii ki batonlar çok iyiydi ve bence son derece faydalı. Başa çıkmanız gereken en önemli iki unsur yükseklik etkisi ve hava şartları. Doğal olarak hava siz daha ne olduğunu anlayamadan patlayabiliyor. Buna hazırlıklı olabilmek çok önemli.


ROTA?

Rene Köyü’nden sonra bir araç tutmakta fayda var. Bu araç sizi zahmetli ve gereksiz bir yolculuktan kurtarıp, 3000 m. civarlarındaki Gusvansera Mescidi’ne ulaştırır. Burada konaklama imkanı var. Mescidin arkasından başlayan sırt, 4200 m. deki Penemgah isimli ikinci sığınağa kadar gidiyor. Yüklü olarak yedi ila on saat arası sürebilir. Her ne kadar rüzgarın süpürdüğü bölümlerde görünen çöpler ve kayalar üzerindeki Farsça yazılardan yolunuzu bulabilseniz de, yanına gidinceye kadar Penemgah’ı görebilmeniz imkansız. Bu nedenle özellikle bu etap için havayı tutturmaya bakın ya da bir bivak yeri bulun!

Penemgah’ta, üzerinde yatmanız için ranzalar var. Bu silindirik yapı üzerindeki metal kaplamadan dolayı rüzgarda biraz gürültülü, kalabalık değilse soğuk ve güvenli.

Bu sığınağın arkasında da bir sırt hattı var. Yarım ay şeklinde kendini belli eden sırt beş bin metrenin üzerine kadar çıkıyor. Sonrası sizi götürür zaten. Bu noktadan sonraki dışbükey yer çizgisi zirveyi biraz gizliyor ama nerede olduğunu kestirmek çok zor değil. Bu etap için verilen ortalamalar sekiz saat civarı.


NELERE DİKKAT ETMELİ?

! Bu sizin bileceğiniz iş ancak bu rota için çadıra  veya kazma , krampon dışında teknik malzemeye ihtiyaç yok. Tabii ki  bivak olmazsa olmaz malzeme.

! Bayanlar başörtüsü ve etek ya da uzun bir ceketi mutlaka bulundursunlar. Tahran’da halkın büyük çoğunluğu artık değişim istiyor olsa da sınır bölgesi hala çok muhafazakar.

!USD götürün. Diğer paraları bozduramayabilirsiniz bile. “Şeytan Amerika”nın parası İran’ın her yerinde revaçta.

! Sınırdan adam başı 1000 USD üzeri döviz girişi yasak. Bunu nasıl kontrol ettiklerini anlamış değilim ama siz yine de (o kadar para götürürseniz) zulanızı iyi yapın.

! Bazergan’la Tahran arasında döviz kurları açısından fark var. Adam başı 20’şer dolar bozdurursanız Tahran’a kadar size rahatlıkla yeter. Öyle ki yüz doların iki bölge arasındaki farkı size Tahran’da bir gece konaklama ve bir akşam yemeği ısmarlayabilir.

! Bazergan’daki sansarlara çok dikkat edin. Yüz dolar bozdurunca bırakın parayı saymayı, sokacak yer bulamıyorsunuz. Elinize tomar halinde tutuşturulan para da eksik çıkabiliyor tabii. Bunun için en iyisi sokakta değil bu işi yapan bürolarda para bozdurmak.

! Normalde sınırdan kaset, CD falan sokmak yasak, söylemedi demeyin.

! Otobüslerde genellikle üç, dört tane cam bardak oluyor ve bütün otobüse çay servisi bu bardaklarla yapılıyor, haberiniz olsun.

! Tahran çok büyük bir metropol, İran insanı sıcak ve Türkleri seviyorlar. Ancak siz yine de kendinize çok dikkat edin. İran’ın sahte ve çalıntı pasaport konusundaki uzmanlığını da aklınızda bulundurun. 

! İran’ın göbeğindeki bir meydanda size kadın bile satmaya çalışabilirler, çok dikkat edin. Pek ortalarda görünmeseler de Devrim Muhafızları hala oradalar.

! Sokaklardaki büfelerde sigara gibi eski-yeni kitap ve dergi satıldığını görünce dumurlanmayın. Yabancı dillerden  Farsça’ya çevrilen eser sayısı, Türkçe’ye çevrilenlerden çok fazla.

! Dondurmacının ya da manavın İngilizce’ye hakimiyetini gördüğünüzde ise hiç şaşırmayın. İngilizce bilenlerin oranı bizim metropollerimizden daha yüksek. Zaten İngilizce’den önce Türkçe konuşmayı deneyin. Azeri sayısı oldukça fazla ve Türkçe şaşırtıcı derecede işe yarıyor.

! Şah zamanından kalma kocaman otobanlar geziyor İran’ı. Trafik çoğu kez korkunç ve bu konuda yapabileceğiniz çok fazla şey yok. Yol boyu polis kontrol noktaları var ve polis kimseyi durdurmuyor. Otobüsler kendiliğinden bu ceplere giriyor ve rutin kontroller yapılıyor. Eğer araçta turist varsa, hemen bagajlar açılıyor, biri otobüsün üzerine çıkıyor, siz indiriliyorsunuz ve içeride bıraktığınız fotoğraf çantalarınız bile karıştırılıyor. Sizi binaya götürüp pasaportlarınızı kurcalamak, çantalarınızı boşaltmak falan istiyorlar ama Türk olduğunuzu, ve yanınızda bayan varsa teyze kızı olduğunu falan sıralıyorsunuz. Sonunda da sihirli sözcüğü söylüyorsunuz: “Kuhneverdi!”

Kuhneverdi Farsça’da dağcı demekmiş. Dağlar ve dağcılık İran’da neredeyse kutsal sayıldığı için yırtıyorsunuz. Bu yüzden adamlar dağların binlerce metre yükseklerine mescidler yapmışlar ve bir ibadet sayarak dağa gidiyorlar. Tahran’ın hemen bitişiğindeki Touchal (3900~) Bölgesi’ne gittiğimizdeki manzara çok imrendiriciydi. Bir tatil gününde, kadın, erkek, yaşlı, genç yüzlerce insan(sadece bizim görebildiklerimiz) dağa gelmişti. Evet piknik yapanlar da vardı ama çoğunluğu ellerinde baton, kazma, sopa dağ bayır yürüyorlardı. Bir ülkede dağ kültürü denen şey bu sanırım. Dağcılık çok farklı, dağ kültürü çok farklı.

! Eğer Tahran’da bir dostunuz yoksa konaklamak için en iyi alternatif pansiyonlar. Tahran’da bu pansiyonların çoğunluğunun toplandığı bir bölge var ve taksiciler sizi götürebilir. “Hotel” falan yazsa da  küçük ve hesaplı yerler.

! Tahran’daki çeşitli mağazalardan eski model ama çok kullanışlı ve hesaplı malzeme bulma imkanınız da var. Yabancı ya da İran malı, sıfır ya da ikinci el pek çok şey var. Bir zamanlar buradaki bir mağazada 110 DM’ye satılan İran üretimi kaya ayakkabılarının,  oradaki perakende satış fiyatının 9 USD olduğunu biliyorum.

! Mutfak bizimkinden çok farklı değil. Menüler benzeşiyor ancak yemekleri biraz yağlı yapıyorlar. Siz yemeği sipariş edince çorba, salata, içecek beleşten geliyor önünüze. Birde yasemin pirincinden yapılmış koca bir kayık tabak dolusu pilav. (Birde üzerine konulan  bir kepçe tereyağı olmasa!)

İYİ YOLCULUKLAR VE BOL ŞANS!