Son beş yıldır gerçek anlamda motosiklete binememiş ve uzunca bir motosiklet seyahati yapamamıştım. Kayda değer sayılabilecek son motosiklet uzun yolu, Romanya'ya gidişimiz Transfagarasan ve Transalpina dağ yollarını büyük bir keyifle geçişimizdi. O seyahatte de aslında bir büyük genel ilke bizi vurmuştu. Hani özellikle dağcılıkta iyi bilinen ve aslında konfor ortamından uzaklaştığın hemen her aktivitede geçerli olan "yeni şeyler denememe veya öncesinde anlayıp, çözüp, sindirmeden yeni bir malzeme veya tekniği, asıl olayda kullanmama" ilkesi vardır ya, işte bunun aksine motorumun Akrapoviç egzozlarındaki susturucuları (DB Killer) seyahatten önce sökmüştüm. Şehir içi kullanımlarda etkiyi aslında pek hissetmemiş olacaktım ki, Kayseri'den Romanya'ya kadar gazlamış, sonrasında dağ yollarına sarınca gürültülü egzozun verdiği rahatsızlığı hissetmeye başlamış ve neticede susturucular da yanımda olmadığından, seyahati de kısa kesmek zorunda kalmıştık. Neyse, sonuçta 2013'ten beri bu ölçüde ve mesafelerde motora binemiyordum. Bana dair sebepler ve oğlumuzun dünyaya gelişi gibi etkenlerle, küçük kısa sürüşler dışında motosiklete pek binememiştim.
Motosiklete biniş amacı olarak, herkesin bilebileceği, süslü sözlerle insanları etkilemek isteyen bazı Starbucks filozoflarının söyleyebileceği hemen herşey elbet benim için de geçerlidir. Ancak benim motosikletten, biraz daha sportif kafada sürüş beklentim, bahsettiğim bu beş yılda hepsine ağır basmış, seleye oturup uzun, ardışık birkaç gün, en azından bir hafta boyunca mesafe almak niyetine dönüşmüştü.
Bilhassa son iki yıldır aklımda olan tekrar Gürcistan'a ama motor üzerinde solo olarak (daha evvel iki kez gitmiştik ama arkamda Agi ile birlikte ve yüklü olarak) gidip, daha çok stabilize dağ yollarında sürme fikri bir şekilde gerçekleşememiş ve yukarıda bahsettiğim duruma getirmişti. Elbette hayatta her zaman herşey ve de istediği gibi olmaz insanın ama fırsatları da değerlendirmek lazım. Yine Sofya'daki takvimimiz arasında, altı günlük bir pencere görünüyordu. Daha evvel motosikletle tekrar gelmeye karar verdiğim Karadağ ve diğer Adriyatik Sahil yolunun bir kısmı, buradan rahatlıkla haftasonu bile gidebileceğim mesafedeydi. Her ne kadar bu yaz Sofya'da oldukça serin ve yağışlı geçmekteyse de, biraz da Agi'nin teşvikiyle 5 Eylül öğleyin motorun üzerindeyim işte!
Sırbistan'a girdim. Avrupa'ya bağlanan ana arter ve aslında biraz keyifsiz bir yol üzerindeydim. Yol Türkiye'den Avrupa'ya dönen gurbetçilerle doluydu. Belgrad civarları başlayan ciddi de bir yağmur altındaydım ancak yine de sürüşten keyif alıyor ve bu yarım ilk günde mümkün olduğunca mesafe almak istiyordum.
Sırbistan'ı geçip, Hırvatistan'a girdim. Otoban'dan çıkıp Slavonski Brod'da, nehir kenarındaki güzel bir hostelde geceledim.
Ertesi gün tekrar otobana girdim. Hırvatistan'dan sonra, dünya güzeli Slovenya bir çırpıda bitiverdi ve Trieste üzerinden İtalya'daydım. Yine ağır bir yağmur altında Dolomitler'e doğru tırmandım. Benim için özellikle harika bir bölgedeydim, kıvrım kıvrım yollardan da çok keyif alıyordum ama yağmur ve bulutlar nedeniyle dağları pek de göremedim. Cortina D'Ampezzo'ya ulaştım oldukça pahalıydı. İnternetten baktığım oteller -benim için- yüksek fiyatlıydı ve yanımdaki uyku tulumunu da özel ve acil durumlar için taşıyordum. Yani tüm gün gazladıktan sonra bir de kamping aramakla uğraşmak istemiyordum. 17 lt benzine verdiğim 30 Euro'da tuzu biberi olmuştu, rotayı tekrar yokuş aşağı çevirdim ve 5-10 km geride, yol üzerinde gördüğüm küçük köylerden birinde, yol üstü hoş bir otel buldum.
Sabah geciken kahvaltı ardından yine Trieste'den geçerek Slovenya 'ya girdim. Slovenya gerçekten çok hoş bir ülke ama sadece güzel doğa veya şehirler anlamında söylemiyorum. Slovenya'nın sanki her parçası peyzaj mimarının elinden geçmiş gibi. Kısa süre ve tabii ki yağmur atında Slovenya'dan çıktım ve tekrar Hırvatistan'a girdim. Rijeka'da da artık Adriyatik'e kavuşmuş, o nefis kıvrımlı sahil yoluna girmiştim. Günü Zadar'daki bir hostelde erken sonlandırdım. Aslında daha devam edebilirdim ama bugün Zadar'da uyumayı planlamıştım. Polonya'lı bir bisikletçiyle akşam yemeği yedik ve uyudum.
Kahvaltı verilmeyen yerlerde daha rahatım sanki, sabah kalkıp istediğim saatte yola çıkıyorum. Normalde bu gibi seyahatlerde beslenme sistemim biraz değişiyor. Sabah kahvaltısından sonra akşama kadar yemek yemez, sadece bol su içerim. Ama kahvaltı olmadığı zaman da genelde çok erken başlayabiliyorum sürüşe ve öğleyin birşeyler yiyorum. Kahvaltılıklar veya yemek, benim normal standardım yani. Yola koyuluyorum. Split, Dubrovnik, Kotor, Budva ve bol virajlı sahil yolu. Dünden beri yağmur da kalmadı artık, bu çok iyi. Yağmurun bana en dertli gelen tarafı tam vücut yağmurluğumu giymek ve çıkarmakla uğraşmak. Aksi takdirde yağmur çok delice yağmadığı sürece hızımı önemli ölçüde etkilemiyor, yollar zaten hep viraj.
Akşamüstü Arnavutluk'a giriyor ve Skhoder'de bir hostele yerleşiyorum. Burada da güzel insanlar ve arkadaş olduğum bir Türk çift de var. Ertesi sabah zaten geç saatte olan kahvaltı, biraz daha gecikiyor. Semih'le gece saat ikiyi geçen muhabbetimiz sabah da devam ediyor ve ben oldukça geç ayrılıyorum hostelden. Niyetim bugün eve dönmekti ama yaklaşık 700 km'lik bugünkü mesafeyi, daralan zaman ve uyku eksikliği nedeniyle işkenceye çevirmek istemiyorum. Daha önce de bir gece kaldığım, Makedonya'nın göl kenarındaki Ohrid şehrinde, 300 km sonra uyku ve dinlenme molası veriyorum. Bu arada İtalya'dan güneye inerken fiyatlardaki gevşemeye, ucuzlamaya örnek olması açısından yazıyorum, Ohrid'de kaldığım kahvaltısız ama süper hostel/pansiyon sadece 6 Euro!
Artık kalan sadece son 400 km yi alıp eve varıyorum. Toplam 5 sürüş gününde 3300 km civarı, çok bol ve harika virajlı, bol yağmurlu ama motora da doyuran bir seyahat oldu. Bu kısa ama benim için keyifli seyahati Facebook ve Instagram üzerinden takip eden, mesaj ve aramalarıyla destek olan herkese bir kez de buradan teşekkür ederim. İyi ki varsınız!