Kaynak, adilhan.com
Orjinali
İnsan Türünün Tarihindeki En Büyük Hata
(The Worst Mistake In The History Of The Human Race)
Bilim, kendimiz hakkında sahip olduğumuz abartılı imajda tarih
boyunca pek çok kez dramatik boyutta değişikliklere sebep oldu.
Astronomi gösterdi ki dünyamız evrenin merkezi değil, aksine milyarlarca
gök cisminden sadece bir tanesi. Biyolojiden öğrendik ki bedenimiz bu
haliyle bir anda (damdan düşer gibi) yaratılmadı, milyonlarca tür ile
birlikte evrimleşen canlı türlerinden sadece birisiydi. Şimdiyse
arkeoloji bir kutsal inanışı daha yıkıyor: İnsanlığın son milyon yıllık
tarihinin uzun bir ilerleme hikayesi olduğu inanışı. Özellikle de son
bulgular, aslında daha iyi bir hayata ulaşmamızı amaçlayan tarıma geçiş
kararımızın, bizi asla kurtulamadığımız bir felakete sürüklediğini
gösteriyor. Tarım ile birlikte varlığımızı lanetleyen büyük sosyal
eşitsizlik, cinsiyet eşitsizliği, hastalıklar ve despotizmle tanıştık.
İlk başta bu yenilikçi yorumun karşısında olan kanıtlar günümüzde
reddedilemez gibi görünebilir. Neredeyse her alanda orta çağ
insanlarından daha ilerideyiz, onlar mağara adamlarından daha
ilerideydi, mağara adamları da insansı primatlardan. Sadece
avantajlarımıza bakalım. Tarihteki en çeşitli ve bol gıda kaynaklarına
sahibiz, en iyi aletler ve malzeme bizim, çok daha uzun süre yaşıyoruz.
Çoğumuz açlık ya da yırtıcı hayvan gibi tehlikelerden uzak. Enerjimizi
petrol ve makinelerden sağlıyoruz, terleyerek değil. Günümüzde herhangi
bir teknoloji karşıtı bile hayatını bir mağara adamı, orta çağ köylüsü
ya da insansı maymun ile değişir miydi?
Geçmişimizin büyük kısmında avcılık ve toplayıcılık ile geçiniyorduk:
Vahşi hayvanları avlıyor ve yabani meyve – sebzeleri topluyorduk.
Filozofların geleneksel olarak nahoş, kaba ve kısa bir hayat olarak
gördükleri bir hayat türü. Bu görüşe göre aç kalmamak için her gün nefes
almaksızın yeni bir mücadele başlıyordu, çünkü hiç bir besin
yetiştirilmiyor ve çok azı saklanabiliyordu. Bu ‘zavallı’ durumdan
kaçışımız sadece 10 bin yıl önce mümkün olmuştu, dünyanın değişik
kısımlarında bitkiler ve hayvanlar evcilleştirilmeye başladığında. Tarım
devrimi günümüze kadar geldi ve sadece az sayıda avcı & toplayıcı
kabile kaldı.
Benim de yetiştiğim ilerlemeci (progressivist) bakış açısından
bakıldığında “Neden avcı toplayıcı atalarımızın tamamına yakını tarıma
geçiş yaptı?” sorusu saçma bir soru olarak gözükür. Elbette tarımı
benimseyeceklerdi çünkü tarım, daha az emekle daha çok besin elde etmeyi
sağlamanın verimli bir yoluydu. Ekilmiş tohumlar aynı boyutlardaki bir
arazide dağınık olarak bulunan yabani kökler ve yemişlerden çok daha
fazla mahsül veriyordu. Yemiş aramaktan ya da yabani hayvanları
kovalamaktan yorgun düşmüş bir avcı toplayıcı topluluk hayal edin,
bunların bir tarlayı ya da otlaktaki bir evcil koyun sürüsünü gördüğünde
tarımın avantajlarını anlaması kaç milisaniye sürerdi?
Hatta ilerlemeci görüş, bir kaç bin yıl önce sanatın ortaya çıkmasını
da tarımın faydalarından biri olarak anlatacak kadar ileriye gider.
Mahsüller saklanabildiği için, ve bir meyveyi bahçeden toplamak yabanda
aramaya göre daha az vakit aldığı için tarım bize avcı toplayıcıların
asla sahip olmadığı boş zamanları vermişti bu görüşe göre. Böylece
Parthenon’u inşa etmemizi ve B-Minör Ayin’i bestelememizi sağlayan
tarımdı.
İlerlemeci görüş gerçekten iddialı gözükse de, ispatı aslında
gerçekten zor. 10 bin yıl önce insanların hayatlarının avcı
toplayıcılığı bırakıp tarıma geçerek iyileştiğini nasıl ispat
edeceksiniz? Yakın zamanda, arkeologlar ilerlemeci görüşe (şaşırtıcı
şekilde) hiç de uymayan sonuçlara dolaylı testler sonucunda ulaşmaya
başladı. Dolaylı testlere bir örnek: Yirminci yüzyıl avcı toplayıcıları
gerçekten de günümüz çiftçilerine göre daha mı kötü durumda? Örneğin
dünyanın değişik bölgelerine yayılmış düzinelerce -sözde ilkel-
gruplardan biri olan Kalahari Çalı adamları (Bushmen) hayatını bu
şekilde devam ettirmekte. Gerçek öyle ki bunlar çiftçi çağdaşlarına göre
çok daha fazla boş vakte sahipler, çok daha iyi uyuyabiliyorlar ve
çiftçilikle geçinen komşularından çok daha az çalışıyorlar. Örneğin
yemek edinmek için harcanan süre Çalı adamları için haftada 12 ila 19
saat, Tanzanya’daki Hadza göçebe grubu için de 14 saatin altında. Bir
Çalı adamına neden komşu kabile gibi tarım yapmadıkları sorulduğunda
cevabı şu olmuştu: “Neden tarımla uğraşalım ki? Dünyada bu kadar çok
mongongo cevizi varken.”
Çiftçiler pirinç ve patates gibi yüksek karbohidrat içeren besinlere
yoğunlaşırken, günümüz avcı toplayıcılarının yabani meyve-sebze ve
hayvani gıdalardan oluşan diyeti çok daha fazla protein ve çok daha
dengeli bir besin karması oluşturmakta. Bir çalışmada Çalı adamlarının
günlük besin alımında 2140 kalori ve 93 gram protein bulunduğu ortaya
çıktı. Bu miktar onların beden ağırlığına göre önerilenden de daha
fazlaydı. 75 türün üzerinde yabancı bitkiyle beslenebilen Çalı
adamlarının, 1840 patates kıtlığında binlercesi hayatını kaybeden (tek
bir gıdaya bağlı yaşadığı için, ç.n.) İrlandalı çiftçiler gibi açlığa
mahkum olarak ölebileceklerini düşünmek neredeyse imkansız.
Sonuç olarak en azından hayatta kalan avcı toplayıcıların yaşamı hiç
de nahoş ve tatsız değil, üstelik çiftçi komşularının onları en kötü
topraklara sürmüş olmasına rağmen. Ancak günümüzün avcı toplayıcıları
son binlerce yıldır çiftçi komşularıyla omuz omuza yaşadıkları için bize
tarım öncesi gerçek koşullar hakkında sağlıklı bilgi veremez.
İlerlemeci görüş uzak geçmiş hakkında kesin bir yargıda bulunuyor:
“Tarıma geçtikten sonra ilkel insanların yaşam koşulları da iyileşti.”
Arkeologlar bu geçişin tam olarak ne zaman olduğunu tarih öncesi atık
alanlarındaki bitki kalıntılarını yabani olanlar ve yetiştirilmiş
olanlar şeklinde ayrıştırarak tespit edebiliyor.
Tarih öncesi çöpleri üretenlerin sağlık durumu nasıl tahmin
edilebilir, ve böylece ilerlemeci görüş doğrudan sınanabilir? Bu soru
ancak geçtiğimiz yıllarda yanıtlanabilir hale geldi. Paleopatoloji adlı
bilim dalı sayesinde. Bu bilim dalı tarih öncesi beden kalıntılarındaki
hastalık belirtilerini inceliyor.
Bazı şanslı durumlarda, paleopatologlar neredeyse günümüzdeki bir
patolog kadar çalışma malzemesine sahip olabiliyor. Örneğin, arkeologlar
Şili çöllerinde sağlık durumları otopsiyle belirlenebilecek kadar iyi
durumda mumyalaşmış bedenler buldu (Discover, Ekim 1987). Ve Nevada’nın
nemden uzak mağaralarında yaşamış Amerikan yerlilerinin atıkları
bağırsak kurtlarının ve diğer parazitlerin tespitini mümkün kılacak
kadar iyi durumdaydı.
Çoğunlukla yapılacak bir çalışma için tek kalıntı insanların iskeleti
olur, ancak iskeletlerden de şaşırtıcı miktarda çıkarım yapılabilir.
Öncelikle bir iskeletten sahibinin cinsiyeti, ağırlığı ve yaklaşık yaşı
anlaşılabilir. Pek çok iskeletin bir arada bulunduğu ender
durumlardaysa, hayat sigortası şirketlerinin yaptığı gibi yaşa bağlı
ölüm riski tabloları hazırlanabilir. Paleopatologlar değişik yaşlardaki
iskeletlere bakarak büyüme oranlarını hesaplayabilir, diş minesi
hasarları için dişleri inceleyebilir (çocukluktaki beslenme bozukluğu
göstergesi), anemi yüzünden kemiklerde kalan izlere bakabilir,
tüberküloz ya da diğer hastalıkları tespit edebilir.
Paleopatologların iskeletlerden elde ettiği çıkarımlar arasında tarih
boyunca insan boyundaki değişim öne çıkmakta. Yunanistan ve Türkiye’de
buzul çağının sonlarından kalan iskeletlere bakıldığında erkekler için
ortalama uzunluk cömert bir rakam olan 1,75 m ve kadınlar için de 1,65 m
idi. Tarıma geçişle birlikte boylar dramatik şekilde kısaldı; M.Ö.
3000’e gelindiğinde erkekler için ortalama 1,60 m ve kadınlar için 1,52
m. Klasik dönemde boy uzunluğu hafif derecede arttı, ama günümüzde
Yunanlılar ve Türkler hala uzak geçmişteki atalarının ortalama boy
uzunluğuna erişmiş değil.
Paleopatolojinin diğer bulgularından birisi de Ohio ve Illinois nehir
vadilerindeki Amerikan yerlisi iskeletlerinden elde edildi. Dickson
Mounds adı verilen yerde arkeologlar yoğun darı tarımının sağlık
durumuna etkisini gözleyebilecekleri M.S. 1150 civarından kalma 800’den
fazla iskelete ulaştılar. Massachusetts Üniversitesi’nden George
Armelagos ve meslektaşlarının çalışmaları bu erken tarımcıların yeni
hayat tarzlarından dolayı ciddi bir bedel ödediklerini ortaya koydu.
Kendilerinden önceki avcı toplayıcılarla kıyaslandığında gıda
eksikliğinden kaynaklanan diş minesi hasarları %50, demir eksikliği
kaynaklı anemi 4 kat, mikrobik hastalık nedenli kemik lezyonları 3 kat
daha fazla gözleniyordu. Ayrıca ağır fiziksel çalışma kaynaklı omurga
hasarları da yine sadece bu grupta gözleniyordu. Tarım öncesi toplumda
ortalama yaş beklentisi 26 iken tarım sonrasında bu 19 yaşa iniyordu.
Yani dengesiz ve yetersiz beslenme ile tarım kaynaklı mikrobik
hastalıklar bu grubun hayatta kalmasını zorlaştırıyordu.
Kanıtlara bakıldığında bu Amerikan yerlisi gruplarının tarıma geçişi
bir tercihten çok zorunluluktu. Çünkü sayıları hızlı bir şekilde
artıyordu ve bu nüfusu doyurmak gerekiyordu. “Çoğu avcı toplayıcının
mecbur kalıncaya kadar tarıma geçtiğini düşünmüyorum. Geçtiklerinde de
miktarı kaliteye tercih ettiler.” diyor
Tarımın Kökeninde Paleopatoloji adlı
kitabı Armelagos ile birlikte yazan Mark Cohen: “10 yıl önce bu iddiamı
pek kimse desteklemiyordu. Ama şimdi genel kabul gören, ve tartışma
yaratan bir fikir haline geldi.”
Tarımın sağlığa kötü etki yaptığını anlatan en az üç grup neden var.
İlk olarak, avcı toplayıcılar çok çeşitli beslenirken, erken dönem
tarımcılar az sayıda nişastalı ekin türüyle idare ediyordu. Tarımcılar
beslenmedeki kalite düşüşü karşılığında daha ucuz kaloriler elde ettiler
(Bugün sadece 3 karbohidrat bazlı gıda — buğday, pirinç ve mısır —
insan türünün kalori alımının büyük çoğunluğunu oluşturuyor ve üçü de
yaşam için gerekli vitamin ya da amino asitler bakımından yetersiz).
İki, tarımcılar az sayıda ekin türü ektiği için ekinlerden birisinde
sorun çıkması durumunda açlık riskiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Son
olarak, tarım giderek daha kalabalıklaşan yerleşimleri teşvik ediyordu
ve komşu yerleşimler arasındaki ticaret nedeniyle parazitler ve bulaşıcı
hastalıklar yayılıyordu. Nüfus dağınık ve hareketli halde olduğunda
salgınlar tutunamıyordu. Tüberküloz ve ishal tarımla birlikte
yaygınlaştı, kızamık ve veba gibi salgınlar ise büyük şehirler ile
birlikte.
Beslenme bozukluğu, açlık ve salgınlar dışında, tarım insanlık
üzerine başka bir lanet daha getirdi: derin sınıf ayrımları. Avcı
toplayıcılar yiyecek stoklamıyordu ya da çok az stokluyordu, konsantre
besin yetiştirebilecekleri tarla ya da sürülere sahip değillerdi: günlük
olarak avladıkları hayvanlara ya da topladıkları yabani besinlerle
hayatlarını sürdürüyorlardı. İşte tam da bu yüzden sırtını
diğerlerlerinden elde edilen bol miktarda besine dayayarak semirmiş
kralları ya da sosyal parazitleri yoktu. Yalnızca tarımcı bir toplumda
hastalıktan kırılan hasatçı kitlelerin sırtından geçinen sağlıklı ve hiç
birşey üretmeyen elitler oluşabilirdi. Antik Yunan’daki Mycenae’de
bulunan M.Ö. 1500 yılından kalma kemiklere bakıldığında, kraliyet
mensuplarının sıradan halka göre daha sağlıklı ve daha iri yapılı
oldukları gözleniyordu. Örneğin dişlerinde ortalama 6 çürük yerine 1
çürük bulunuyordu. Şili’de de benzer şekilde elitlerin iskeletleri
sadece üzerlerindeki takılardan değil, kemiklerinde 4’te 1 oranında daha
az lezyon görülmesiyle ayrışıyordu.
Beslenme ve sağlık durumu arasındaki benzer karşıtlıklar bugün
küresel ölçekte gözleniyor. ABD gibi zengin ülkelerdeki insanlara avcı
toplayıcılığın erdemlerini övmek gülünç olabilir. Fakat Amerikalılar da
elittir, kötü sağlık koşullarına sahip zayıf beslenme düzeyindeki
ülkelerden elde edilen petrol ve minerallere dayandığı için. Etyopya’da
bir tarla işçisi olmakla Kalahari’de sağlıklı bir avcı toplayıcı olmak
arasında seçim yapmak gerekse hangisi seçilirdi?
Tarım cinsiyetler arasındaki eşitsizliği de körüklemiş olabilir.
Göçebe hayattaki bebeğini taşıma zorunluluğu da ortada kalmadığı için,
tarlada daha fazla ele ihtiyaç olduğundan avcı toplayıcı hemcinslerine
göre çok daha fazla doğum yapan tarım kadınının bu nedenle sağlığı da
çok daha kötüleşiyordu. Örneğin yine Şili’deki mumyalarda kemik
lezyonları kadın iskeletlerinde çok daha fazla görülüyordu.
Tarım toplumlarında sıklıkla kadın eziyet nesnesi olmuştur. Günümüzün
Yeni Gine tarım toplumunda çoğu zaman kadınlar ağır meyve-sebze ve odun
yükleri altında ezilirken erkekler elleri boş gezerler. Yeni Gine’de
kuş gözlemi için bulunduğum bir sırada köylülere bazı yükleri
havaalanından kampıma taşımaları için ödeme yapmayı önermiştim. Ağır
pirinç çuvallarının bulunduğu erzağı öncelikle erkeklere dağıttık. Kampa
ulaştıklarında en hafif yükleri erkekler taşırken en ağırlarını
zorlukla kadınlar taşıyordu.
Sanatın oluşmasında boş vaktimiz olmasını sağladığı için tarımın
etkisi olduğu iddiasına gelince, günümüzdeki avcı toplayıcılar en az
tarımcılar kadar çok boş zamana sahipler. Boş vaktin bu kadar
vurgulanmasının yanlış yönlendirici olduğunu düşünüyorum. Eğer
isteselerdi, gorillerin kendi Parthenon’larını inşa edecek kadar boş
vakitleri vardı. Tarım sonrası teknolojik gelişmeler yeni sanat
türlerini ve eserleri saklama yöntemlerini ortaya çıkarmış olsa da,
15.000 yıl önce de avcı toplayıcılar tarafından muhteşem sanat eserleri
üretiliyordu. Son yüz yılda bile Inuitler ve Kuzeybatı Amerikan
yerlileri tarafından çok değerli sanat eserleri ortaya konulmaktaydı.
Böylece tarımın ilerlemesiyle elitler çok daha iyi duruma geldi, ama
insanlığın büyük kısmının koşulları daha da kötüleşti. İlerlemeci
görüşün iddia ettiği üzere tarımı bizim için iyi olduğundan dolayı
benimsediğimizi kabul etmek yerine, yan etkilerine rağmen nasıl onun
tuzağına düştüğümüzü sormamız gerekiyor.
Yanıtlardan biri “Güçlü olan haklıdır” deyişinin özüne iniyor. Tarım
avcı toplayıcılığa göre çok daha fazla insanın yaşamasını
destekleyebiliyor, daha düşük bir hayat kalitesinde olsa da. Avcı
toplayıcıların ortalama nüfus yoğunluğu 10 mil karede 1 kişi iken,
tarımcı topluluklarda bu rakam 100 katına ulaşıyor. Kısmen bunun nedeni
bir ekili alanın aynı miktarda ormana göre çok daha fazla kişiyi
besleyebilmesi. Ve kısmen, çünkü avcı toplayıcıların çocukları büyümeden
yeni çocuk yapmaları imkansız. Tarımcı kadınların ise böyle bir
kısıtlaması yok, iki yılda bir doğurabilirler.
Buzul çağının sonlarına doğru avcı toplayıcıların nüfusları arttıkça
bir karar noktasına geldiler, ya tarımı seçerek büyüyen nüfusu
besleyeceklerdi, ya da nüfus artışını bir şekilde sınırlandıracaklardı.
Bazı gruplar lanetli etkilerini tahmin edemeden ilk çözümü seçti,
yiyecek bollaşmasındaki geçici refah artışı tarafından baştan
çıkarıldılar, ta ki nüfusları besin üretimiyle birlikte hızla artana
kadar. Bunlar çok fazla ürediler ve bir süre sonra yollarına çıkan avcı
toplayıcı kalmayı tercih eden grupları ya sürdüler ya da öldürdüler.
Çünkü ne kadar kötü beslenmiş olsa da 100 tarımcı 1 sağlıklı avcı
toplayıcıyı yenebilirdi. Avcı toplayıcıların hepsi hayat tarzlarını
bıraktı denemez, ama tarımcıların istemedikleri arazilere kadar
sürüldüler.
Tam bu noktada genel bir şikayeti hatırlamak gerekir; arkeolojinin
bir lüks olduğu, uzak geçmişle ilgilendiği ve bugün için hiç bir ders
çıkarmadığı şikayeti. Tarımın yükseliş dönemi üzerine çalışan
arkeologlar insanlık tarihindeki en büyük hatayı yaptığımız kritik
dönemi yeniden inşa ettiler. Ya nüfus artışını sınırlayacaktık, ya da
tarım yaparak besin üretimini arttıracaktık. İkinci yolu seçtik; açlık,
savaş ve despotizmle son bulduk.
Avcı toplayıcılar insanlık tarihindeki en uzun süreli ve en başarılı
hayat tarzını sürdürdü. Şu anda aksine, tarımın bizi sürüklediği
karmaşık sorunlarla uğraşıyoruz ve bunları çözeceğimiz meçhul. Benim
dünyayı ziyaret eden bir uzaylı olduğumu ve arkadaşlarıma insanlık
tarihini anlattığımı düşünün. Her bir saatin 100 bin yılı temsil ettiği
24 saatlik bir gün ile anlatıyorum. İnsanlık tarihi 24 saat önce
geceyarısı başladı ve şu anda bir günün sonundayız. Neredeyse bütün günü
avcı toplayıcı olarak yaşadık, ve tam saat 23.54’te tarım yapmaya
başladık. İkinci geceyarımız yaklaştığında, kıtlıktan kurtulamayan
köylülerin yoklukları hepimizi yutacak mı? Yoksa kendini bizden saklayan
tarımın gösterişli yüzünün arkasındaki baştan çıkarıcı kutsal
meyvelerini bir şekilde elde edecek miyiz?