Cıngıllıbeşik Kuzey Yüzü İlk Kış Çıkışı
Evde oturup, ellerimdeki tırmanış
yaralarını yalayıp iyileştireli çok olmuş, hatta üzerinden aylar geçmişti.
Sevdiğim pek çok tırmanış arkadaşımın öneri ve davetlerine katılamamış, hayatın
döngüsünde sürüklenir olmuştum.
Yeni kış sezonu gelmişti işte.
Hem de anlaşılması zor hava şartları ile. Dağlarda kar oldukça azdı, bir yandan
lodos üfürmekteydi, bir yandan da konuştuğum bazı tırmanıcılar…
Abi n’ooldu yahu? Şu ülkem
dağcılık eğitim sisteminin olmazsa olmazı, “etik” yaklaşımlar nerde kaldı?
Tevazu? Alçak gönüllülük? Hani önce “insan” olmak gerekiyordu?
İşin, sosyolojik ve psikolojik
anlamda beni çok eğlendiren bu ironik tarafı, apayrı bir yazı konusu. Ancak,
dağa gitme arifesinde zorla zihnime işleyen bazı kimseler ve halleri
arkadaşlarımla yol geyiğimiz oluveriyor. Eğlenceli!
25 Aralık 2009 günü önce
Bodrum’dan eski arkadaşım Yenal Ege’yi alıyorum havalimanından. Ardından da,
Boulderhane Ibrahim Akçay iniş yapıyor Kayseri’ye. Birlikte olmaktan, birlikte
tırmanmaktan en keyif aldığım insanlardan ikisiyle beraberim işte. Eski
zamanların “kendimize epik” hikayeleri canlanıveriyor sohbetimizde, doyasıya
hasret gideriyoruz.
Niyetimiz Aladağlar’da Dipsiz Göl
tarafına gitmek ve Beşparmak kuzeybatı duvarını denemek. Ancak üç kişilik
ekibimiz bir şekilde yedi kişi oluveriyor. Eşim ve bir arkadaşım daha kamp için
bir geceliğine bize katılacaklar ve ertesi gün Kayseri’ye geri dönecekler.
Ancak son anda piyangodan çıkan iki Bulgar arkadaşta bize katılınca, ekip
büyüyüp hantallaşıyor. Bir yandan biz de, Beşparmak için iyi bir zaman
olmadığını düşünüyor ve hava çok kötü bozarsa da, yine de bir şeyler yapma
imkanımız olsun diye rotayı Emli Vadisi’ne çevirmeye karar veriyoruz. Böylece
ekibin geri kalanı da dağda bir şeyler yapma ihtimaline kavuşuyorlar.
İki yıl önce, yine yılbaşı
zamanı, Bölük Ormanı’ndaki kampımızdan hareketle, tembel inekler misali Eznevit’e
yürümüştük. Canımı çıkaran bu yürüyüşte keyfimi artıran en önemli şey, vadinin
karşı yakasında, Cıngıllıbeşik Dağı
kuzey yüzünde gözüme çarpan harika bir
kulvar-sırt rotası kesmek olmuştu. Bu hat, yüzeyin tam altındaki Bölük
Ormanı’ndan başlayarak, yukarıda kanyonumsu bir kulvarın içine giriyor, kulvar
boyu sola doğru çapraz yükseldikten sonra sırta bağlanıyor ve uzun muhteşem
manzarasından emin olduğum bu uzun sırtı takip ederek Cıngıllıbeşik zirvesine
ulaşıyordu.
Ya da en azından ben öyle
umuyordum.
Kampımızı Sarı Memedin Yurdu’na
kuruyoruz. Aynı öğleden sonra yaptığımız yürüyüş, rotaya ulaşmanın epey zaman
ve enerji alacağını bize gösteriyor. Kamp ateşini ve keyifli muhabbeti, sabaha
karşı saat 03:00’te hareket etmek üzere terk ediyor, çadırlarımıza çekiliyoruz.
Oldukça güzel ve ılık hava bir süre sonra bulutlarını da dağıtıyor ve bize
keyif aşılıyor. Problemsiz şekilde hazırlanıp, planladığımız gibi yola
düşüyoruz. Hiç istemesek de, beklediğimiz gibi biraz ağırız. Sadece iki sırt
çantası taşıyoruz ama maalesef kış tırmanışının kaçınılmaz gereklerinden biri
olarak çantalarımız pek de hafif sayılmaz. Üzerimize almadığımız bir kısım
teknik malzemeye ek olarak, kaz tüyü ceketlerimiz, yedek çoraplar, iki kişilik
bir bivak torbası, termoslar, bol miktarda yiyecek ve hiçbir işimize
yaramayacak (!) bir uyku tulumu bu ağırlığı oluşturuyor.
Emli Vadi tabanındaki yolu takip
ediyor ve Cıngıllıbeşik Kuzey Yüzü hizasına geldiğimizde sağ tarafımızda kalan
yamaca doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yaban domuzlarına ait bariz izler eşliğinde
karanlık ağaçlar arasından yükseliyor ve üç saat sonra kulvar girişine
ulaşıyoruz. Kar oldukça derin ve iğrenç şekilde yumuşak. Buraya kadar gelirken
bile, çığ tedirginliği nedeniyle her türlü eğimden kaçınmıştık. Kulvarın son
derece yakışıklı ve çekici kanyonumsu yapısı bizi davet ediyor adeta. Daha net
bir değerlendirme yapabilmek için biraz daha yükselmeyi doğru buluyoruz. Birkaç
küçük lokma atıştırdıktan sonra, kar kulvarına giriyor ve fena sayılmayacak kar
şartlarında yükselmeye başlıyoruz. Kulvar yer yer büyük tıkaç kayalarla bloke
edilmiş durumda ve bunlardan ilk birkaçını serbest şekilde tırmanarak geçiyoruz.
Ancak daha sonra ip açma zamanının geldiğine karar veriyor ve tepeye kadar bir
daha toplamayacağımız ipimizi açıyoruz.
Kulvarın dar etaplarının sonuna
geldiğimizde bizi bir çatal karşılıyor ve içgüdüsel olarak sağ kolu seçiyoruz.
Bu kolu takip ediyor ve bizi yüzeyin ortasındaki geniş kar alanına çıkaracak
son etaptan önce, üzerinde yüzeysel buzlanma oluşmuş bir kaya etabına daha
geliyoruz. İplerini aşağıdaki son babaya sabitlediğim arkadaşlarım tırmanırken
bu problemi geçme yollarını arıyorum. Normal şartlarda hepimizin rahatlıkla
tırmanarak geçebileceği bu etap, müthiş bir çürüklük, negatif bir yapı ve
yüzeydeki buz nedeniyle oldukça büyük sıkıntı arzediyor. Sağından solundan
denemeler yapıyor, bir ara eldivenleri tamamen çıkarıp, “basıp geçme” işlerine
soyunuyorum ama nafile. Tatsız tırmanış uzayıp gidiyor. En iyisi ortadaki hafif
negatif ama kısa buzlu etaptan tırmanmak. Arkadaşlarım gelince, ip emniyeti
eşliğinde bu etabı da tırmanıyor ve devam ediyoruz.
Büyük kar alanına yoğun bir sis
eşliğinde giriyoruz. Görüşümüz neredeyse sıfıra iniyor ve aşağıdayken
kestiğimiz rotaya sadık kalabilmemiz için üzerinde bulunduğumuz kar alanını sola
doğru çapraz şekilde kesmemiz ve akıbeti konusunda bir fikre sahip olmadığımız
bir koridora daha girmemiz gerekiyordu. Ancak görüşün berbat olduğu bu ortamda
kafamızdaki rotaya sadık kalmaya çalışmanın yukarıda önümüzü kilitleyeceğini
sezebildik ve direkt yukarıya devam etme kararı aldık.
Büyük kar alanını, problemsiz ama
biraz tedirgin olarak geçiyor ve aşağıdan oldukça rahat görünen miks etaplara
ulaşıyoruz. Burada toplam dört ip boyu, tam manasıyla rezalet zemin şartları üzerinde
tırmanıyoruz. Yer yer 60-70 ve 90 derecelik eğimlere sahip, son derece çürük
kaya üzerinde, kararsız şekilde bekleyen toz kar! Tek bir ara emniyet bile
atamadan, ipin son santimetrelerine kadar tırmanılan, yüksek çığ riski ile
kombine olmuş dört ip boyu…
Özellikle, bu dört ip boyunun
üçüncüsü, artık eldivenleri çıkarıp, sıfır emniyetle geçmek zorunda olduğumuz
hafiften göbekli ve çürük etaplar barındırıyordu ki, sanırım tüm tırmanışın en
önemli kilit etabı bu bölüm idi.
Hiç ara vermeden devam ettiğimiz
tırmanışımız artık yarım günü doldurmuştu. Yine ipi esneterek ulaştığım fukara
bir çatlağa, iki stoper ile ipi sabitleyip arkadaşlarımı kendi hallerine
bırakıyorum. Çünkü artık havanın kararmasına çok az kaldı ve geceyi geçireceğimiz
bir yer bulmamız gerekiyor. Zirveye bağlanan sırt hattının bir ip boyu kadar
altında, yön olarak Sarı Memetlere bakan kayaların altında işimizi görebilecek
bir kuytu buluyorum. Gerçekten çok şanslıyız, zira kara bulutlar gökyüzünü
kaplamaya başlıyorlar. Arkadaşlarım yanıma ulaşıncaya kadar üçümüzün
sığabileceği bir yer açıyor, kar blokları ile yan duvarlarını yapıyorum. Tam
olarak kapatma imkanımız pek yok ama yine de oldukça korunaklı ve muhteşem
manzaralı bir bivak yerimiz oluyor.
Önce Yenal ardından İbo ulaşıyor
bizim “Cıngıllı Motel”e! Kocaman gülümsemeleri ve tertemiz, komplekssiz
yürekleriyle bu insanlar hangi şartta olursa olsun samanlığı seyran edecek
süper birer psikolojiye sahipler. Aladağlar’da yıllarımız geçti, benzer çok
yaşanmışlığımız var. Gecenin nasıl geçeceği kimsenin umurunda değilmiş gibi
görünüyor. Sadece birbirimizi bir konuda uyarıyoruz: Uyku sersemi şekilde çişe
falan kalkarsak aman dikkat edelim, bivak yerinin çıkışı, dikkatsiz bir adamı
alır indirir aşağı!
Üzerimizdeki malzemeleri
çıkarıyor, kesip ikiye ayırdığımız battal boy bir çöp poşetini yere seriyoruz.
Daha sonra ıslak iplerimizi yere seriyor ve artık boşalan iki çantamızı
bunların üzerine yerleştiriyoruz. Neyimiz var neyimiz yok ise zaten üzerimize
giymiştik, İbo’unun getirdiği tulumu da açıp bacaklarımıza sardık mı, her ne
kadar matımız olmasa da, güzel bir gece geçiririz diye düşünüyorum.
- İbo! Aç abi şimdi tulumu,
bacaklarımıza örtelim…
- …..
- N’ooldu?
- Ortaaam…. Bu benim tulumun
fermuarı biraz kısa… 40 cm.
- Açılmıyor yani?
- Cık!
- …..
- …..
Trajik halimize gülmekten
kendimizi alamıyoruz. Çünkü gerçekten yapacak bir şey yok.
Botlarımız çıkarıp ayaklarımızı
garabet tulumun içine sokuşturmaya çalışıyoruz. Bivak torbasını bacaklarımızın
üzerine, yansıtıcı bir battaniyeyi de üzerimize örtüyor ve durumu kurtarıyoruz.
Ancak birkaç saat sonra, hem
hareket ihtiyacı, hem sıkıntı, hem de daha konforlu bir pozisyon için ayaklanıp
çalışmaya başlıyoruz. Bir yandan tuvalet ihtiyaçları gideriliyor, bir yandan
bloklar kesilip bivak yerinin giriş yönü değiştiriliyor, bir yandan da şarkı
söylenip dans ediliyor. Şansımıza hava açık ve yağışsız.
Çalışma bittiğinde birbirimize
sokulmuş halde yatabileceğimiz bir yer hazırlıyoruz. Bu kez bivak torbası ve
yansıtıcı battaniye altımızda serili, ayaklarımız tulumun içinde ve birbirimize
sıkı sıkıya sarılmış vaziyette uzanıyoruz. Arkadaşlarım bir hamam sefasının
hayalini kuruyorlar, bense yıllar önce öğrencilik zamanlarımda kullandığım
yarım mat ve yarım tulumumu özlemle anıyorum.
Günün ilk ışıkları ile renk
değiştirmeye başlayan gökyüzünün altında, uykumuzu fevkalade almış olarak ama
kemik ve kaslarımızdan gelen çatırtılarla uyanıyoruz. Bir kez daha sabah
oluyor.
Ağır ağır, ısınmaya ve zamanı
hızlandırmaya çalışarak hazırlanıyoruz. Sıcak çay, ekmek, bal ve zeytin eşliğinde
kahvaltı yapıyor, bir yandan da bir strateji belirlemeye çalışıyoruz. Daha önce
hiçbirimiz bu dağa tırmanmadığımız gibi, dağ hakkında hiç birşey okumuşluğumuz
da yok. Artık yüzeyi bitirdik sayılır ama…
Nereden ineceğiz?
Bivak yerimizin hemen solundan ip
açarak son etabı da tırmanıyor ve zirve sırtına ulaşıyoruz. Hiç olmazsa bu son
etapta birkaç ara emniyet noktası bulabildiğimiz için çok şanslıyız çünkü bu
etap da yine son derece dik, çürük ve yine üzerinde kararsız toz kar var.
Sağlam kaya ve buz kombinasyonu?
Sanırım bir Aladağlar tırmanıcısı için büyük bir hayal!
Zirve sırtına ulaştığımızda,
sırtın arkasındaki derin boşluğu, bu sırtı takip etmenin ve geri dönmenin bize
maliyetini ve kararan gökyüzünü görüyoruz. Dönüş için gereken zamanın değeri
nedeniyle, zirveye gitmemeye karar veriyoruz ancak iniş yolunu seçmek adına
biraz beyin jimnastiği yapıyoruz. Ya bivak yerimize ip inişi yapıp, oradan sol
aşağıya iplerimiz üzerinde bilinmezliğe doğru kayacağız ya da tırmandığımız
rotadan ineceğiz. İlk seçenek ulaştığı geniş ve ormana kadar inen büyük yamaç
nedeniyle cazip ancak kaç kez ve ne uzunluklarda ip inişi yapacağımızı
kestirememek işin tadını kaçırıyor.
Tırmandığımız rotadan inersek
eğer, en azından büyük ölçüde ip üzerinde olacağız ve bu işi bir yandan uzatsa
da güvenlik katsayımızı artırıyor. Konuyu hiç uzatmadan, hızlı şekilde karar
alıyor ve inişe başlıyoruz. Biz inişe başlar başlamaz, kar yağışı da başlıyor
ve hızlanarak devam ediyor. İp inişleri birbirini kovalıyor ve yüzeyin
ortasındaki büyük kar alanına ulaştığımızda artık kar yağışı yağmurla da
karışıyor ve zaten ağır olan zemin iyiden iyiye berbat hale geliyor. Hiç
durmadan inmeye devam ediyoruz ve biz alçaldıkça artık kar yağışından sıyrılıp
tamamen yağmura dönen yağış eşliğinde kulvarı sağ salim terk ediyoruz.
Orman içindeki yola indiğimizde,
Cıngıllıbeşik’i de yoğun bir bulut ve yağış yumağıyla baş başa bırakıyoruz
artık. Sarı Memetler’deki kampımıza geri dönerken ıslak kıyafetlerimiz bir
nebze kuruyor ve biz tekrar bir arada dağa gideceğimiz günlerin hayalini
kurmaya başlıyoruz.
Aynı akşam, Niğde’de Eylem ve
Dursun’un yemeğine konuk oluyor, Niğde’deki arkadaşlarımız eşliğinde Dursun’un
dünyaca ünlü hamsi tavasını şeker gibi rakıyla birlikte midelere indiriyoruz.
Sohbet koyulaşıyor ve yazın tırmanıldığından bile şüpheli olduğumuz bu yüzeyin “ilk
kış tırmanışını mı yaptık acaba?” diye düşünüyoruz.
Büyük olasılıkla öyle ama bir de
Tunç’u (Fındık) arayalım diyoruz. O da onaylıyor.
Bu yüzeyi yazın tırmanmaya
kalkışmanın, kaygan çarşaklı zeminler itibariyle en az kış kadar zahmetli
olacağını düşünüyorum ancak benim ve tırmanış arkadaşlarımın ortak yorumu, bu
rotanın ve alternatif varyantlarının, kulvar tırmanmayı sevenler için,
sertleşecek kar yapısıyla özellikle geç bahar/erken yaz döneminde gerçek bir
“klasik” olacağı yönünde.
Link ve daha çok foto: tirmanis.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder